top of page

Zaman... Sevgi... Ölüm...

Seyhan Sevinçler

Dünkü referandum sonrası, sonuçları çok sıkı takip etmedim ancak haberdardım olan bitenden. Kendimi yalnız, çaresiz, ait olmayan hissediyorum dün geceden bu yana. Tabiri caizse göğsümde bir öküz oturuyordu sabah uyandığımda.Mutsuzluk desem değil, çaresizlik desem değil garip bir enerjisizlik hali içindeydim.

Ne olacak? Ne yapacağız? soruları aklımda dönüp duruyor elbette.

Varoluşumuzu sürdürmekle ilgili endişeler taşıyoruz hepimiz. Belki de varolduğumuzu hissettiğimiz ilk andan sonra, kaybetme korkusu ile tanışıyoruz. Öncelikle sahip olduğumuz bedenimizi kaybetme korkusu, sonra alıştığımız herşeyi kaybetme korkusu, kaybetmeme isteği, tutma çabası...

Ne zaman ki bebek aynada gördüğünün kendisi olduğunu fark eder, ne zaman ki gözünün önünden giden nesnenin yok olmadığını, varlığını sürdürdüğünü anlar, işte o andan itibaren bu dünyada varoluşunu sağlayan bedeni farkeder insan ve beden algısı oluşur. Sonrasında da bedenini koruma duygusu ile dolar. Beden bütünlüğünü korumak, sağlık ve varoluş belirtisidir, ölümden korunmaktır. Varoluşumuzun en önemli nedenidir.

Her ne pahasına olursa olsun beden bütünlüğünü korumaya çalışırız. Kadınlar için bu durum hamile kalana kadar geçerlidir. Varoluşunuzun ispatı olan beden hamilelikle birlikte başka bir canlının hizmetine sunulur. Bedeniniz değişik tepkiler vermeye başlar, hassaslaşır. Halsiz ve yorgunsunuzdur, mideniz bulanır. Karnınızda büyüyen bir sertlik vardır. Normal şartlarda bunlar olsa "eyvah hasta mıyım, ölecek miyim" korkusuna kapılacak olan insan, hamileyken tüm bunları büyük bir mutlulukla göğüsler. Ve kadın, beden bütünlüğünü yok etmeyi göze alabilecek bir ruh haline girer. Çocuğunu kucağına almak için kendinden vazgeçer. (Tamam tabii ki de hamileyken de kendimize bakıyoruz ve anne olunca da çocuk haricinde bir yaşamımız oluyor) ve fakat demek istediğim şu ki; Annelik bir nebze kendini bir başkası için feda etmektir.

Tam da bu yüzdendir ki hayatımızda önemli değişiklikler olduğunda önce çocuğumuzu düşünürüz. En azından ben böyleyim. Annelerin büyük çoğunluğu da böyledir. Ve zamanında anneler, henüz yetişkin sayılamayacak yaştaki yavrularından vazgeçmiş, eli silah tutuyor diye bu vatan uğruna savaşa göndermişler. Ve o çocuk yaştaki bedenler bu vatan uğruna feda edilmiş. Bu sayede biz bugünleri görebilmişiz. Şimdi, birileri koltuklarından vazgeçemiyor diye bu vatan elden gidiyor.

Ülkenin kaderiyle ilgili dünkü referandum ve sonuçları çocuğumun geleceğini düşünmeme neden oldu elbette. Ben bu yaştan sonra bir şekilde yaşarım, hayatımı sürdürürüm. Peki ya kızımı nasıl bir gelecek bekliyor? Onun yaşamı nasıl olacak? Benim elimden ne gelir, seçeneklerim ne? Bunları düşünüp dururken, kendimi pek de iyi hissetmiyordum bugün.

Şöyle bir hüngür hüngür ağlasam içimdekiler akıp gidecekmiş hissi ile dolanıp durdum gün boyunca. Kendimi bugüne pek adapte edemedim ne yalan söyleyeyim. Uzun süredir izlemek istediğim bir film vardı. Onu izleyeyim de, biraz olsun güncel olandan kopayım, aklım dağılsın dedim. Collateral Beauty izledim. Ağladım, oh rahatladım.Sevgi, Zaman ve Ölüm üstüne ne de güzel bir film yapmışlar, benim bugünkü ruh halime ne de iyi geldi.

Filmi izlerken ve ağlarken bir anda görüş alanım içinde birşey ışıldadı. Kızımın tuvalet kağıdı rulosundan yaptığı yarasa. Dışarıdaki bulutlu gökyüzünde güneş ışınları bir aralık bulmuş, ofisin camından içeri girmiş ve tam da bu yarasayı aydınlatmış. Sanki bana gülümsüyordu.

İşte o anda içimdeki sıkıntıyı bıraktım. Zaman bize neler olacağını gösterecek. Ölüm ne zaman gelecek bilmiyoruz. O halde tutunacağımız tek şey sevgi. Yaşadığımız herşeyin bir nedeni var. Hem bireysel hem toplumsal olarak böyle.

Kızıma her zaman söylediğim gibi en büyük şifa sevgidir. Sevmeye devam edelim, hayat şifalanır... Ve her zaman hatırlayalım başka bir dünya mümkün...

101 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page